4 Nisan 2014 Cuma

BİR İNTİHAR AKŞAMI ÜSTÜNE SÖYLENTİ

 BİR İNTİHAR AKŞAMI ÜSTÜNE SÖYLENTİ

Jean-Paul Riopelle-Sans titre
Kısacık yoğun bir akşam herkezin yüzünün bir anıya karıştığı yoğun bir akşam bana bir memur gibi davrandılar hastanelerde ve bir intihar üstüne söylenti bütün kıyıları dolaştı durdu kısacık bir akşam Kısacık serin bir akşam kelebeklerin atlarla yarıştığı yoğun bir akşam bazı mektuplar damgalandı postanelerde oturuldu bir takım şarkılar söylendi bir adam bir kadının kapısını vurdu kısacık bir akşam Neyi söylesem bir kahramanlıktı içinde azıcık buluştuğumuz bir bulutla bir kağıt peçete arasında kısacık yoğun bir akşam şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve kısacık yoğun bir akşam Her şey bir unutkanlıktı arada bir deliler gibi kavuştuğumuz tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında kıcacık yoğun bir akşam biliyordum bir soğuktu nereye varsam bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve kısacık yoğun bir akşam. Kim karıştırdı gerçekliğine yaşadığım sonsuzluğun ve oturuldu bir takım şeyler söylendi imla kurallarıyla mutsuzluk üstüne kısacık bir akşam duraladım ne yapsam Kim karıştırdı gerçekliğine su terazilerindeki ensizliğin ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eğlendi araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne kısacık bir akşam o kadar kısa ki bir akşam yüzümü suyun ardında buldum kıyılar bu yüzdendir öyle dediler kısacık yoğun bir akşam serin bir akşam öyle söylediler...   
 
Turgut Uyar

24 Haziran 2013 Pazartesi

durduramayacaklar halkın coşkun akan selini

"kendini her an yeniden açığa vuabilecek bir açlık vardı; çünkü besili olanların ve zayıfların ,ağırcanlıların  ve tezcanlıların, dolaşanların ve oturanların ,uyanık olanların ve uyuyanların,hepsinin yüzüne damgasını silinmesi ve başkaca bir ifade ile karıştırılması imkansız biçimde vurmuş ,sürekli tıkınmak peşinde koşan bir açgözlülük vardı; kiminin yüzüne  adeta keskiyle kazınmış, kiminin yüzünün çamuruyla birlikte yoğrulmuş, sert veya yumuşak çizgiler taşıyan, daha bir kötücül veya iyicil izlenimi uyandırabilen, yüzlere kurdu, tilkiyi, kediyi, papağanı veya köpekbalığını çağrıştıran ifadeler veren , fakat şu yada bu biçimde hep kendine dönük, iğrenç bir hazza yönelik açgözlülük; doyuma ulaşması imkansız bir "daha da olsun! " tutkusu;mal, para, mevki ve itibar kazanma tutkusu; zenginliğin o başlıbaşına bir uğraş olan tembelliğine kavuşabilme tutkusu.

için için yanan bir hırs ve açgözlülük ateşi, köksüz, herşeyi yakmaya hazır, her yeri ve herşeyi kaplayarak yayılmaktaydı"


Hemann Broch,Vergilius'un Ölümü adlı yapıttan


Avusturyalı yazar Broch'un İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazdığı eserde Romalı şair Vergilius'un ağzından anlattığı Romalı egemenlerin iktidar ve açgözlülükleri uğruna nasıl herşeyi göze alabildiklerini usta bir dille anlatırken hem kendi dönemindeki nazileri hem de tüm dönemlerin zalimlerine göndermede bulunuyor...  





12 Ağustos 2012 Pazar

"BUDALA" ADLI BALE-MİM GÖSTERİSİNDEN PRENS MİŞKİN'İN BİR MONOLOGU

söz bende şimdi, onu
hüznün elinden aldım,
layık olmaksızın, çünkü ben
nasıl daha layık olabilirim
bir başkasından - ben ki,
kendim, gökten düşüp
içimize yayılan o korkunç
ve yabancı, bu dünyanın
bütün güzelliklerine ve
kötülüklerine katılan bulut
için, bir kaptan başka
bir şey değilim.

(ey aydınlığın acısı, öteki
ateşlere çok benzeyen,
hak ettiğimiz hastalıktan,
ortak acılarımızdan kaynaklanan
ateşin acısı!)

bırak,  kaplasın bir sessizlik
yüreğimi, kararıncaya kadar
ortalık, ve neyse beni
aydınlatan, yeniden karanlığa
geri verilene kadar.

evet, bu acı içinizde
olduğu içindir ki, yaptığınız neyse
yaşamınız için, aslında
yapılmıyor yaşamınız uğruna,
ve neyse çabanız onurunuz için,
aslında yaramaz onurunuza.
ecinnilerin kahkahalarıyla yanar,
dipsizdir, taşma noktasına kadar
bizi düşünen şu mutsuz yaşamın
kapları. çarptı mı biri ötekine,
çıkmaz bir ses, çünkü engellenmez
göz yaşları, yuvarlanırlar dilsizce
uçurumdan uçuruma ve yitip
gittikleri en sonuncusu,
karşı koyar hep işitmemize.
ey, aşkın dilsizliği!

parfen rogojin, bir tüccarın oğlu,
bilmez bir milyonun ne olduğunu.
kış gecelerinde arabası
durur dünyanın satılık sokaklarında,
ama kullanamaz o yolları.
karlara saçar parasını,
çünkü o karlar, ölçütüdür
senin yanaklarının, nastasya filipovna,
adın, tehlikeli bir kıvrımdır her dudakta,
derler ki, karla ölçermişsin yanaklarını,
rüzgarların yuvasıymış saçların,
(hercaidir, demiyorum onlara),
ve gözlerin bir dar boğazmış, arabaları
yuvarlanırmış içine, karmış onları
sayan ve karlardan alırmışsın
yanaklarının ölçütünü.

totzki - bu kadarı fazla herhalde,
istirahate çekilmezden önce: bakışı
bir çocuğunki, kollarında olan, geçmişti,
ve şimdi bakışların ve dudakların zamanı,
ikinizi birden gelip kucaklayan.

ganya ivolgin, bir bağ kurulduğunda
herkesin arasında,
o zaman senin ellerin olacak
o bağlara düğümleri atan,
çünkü iyi beceremiyorsun gülümsemeyi.
kendin için çok şey diliyorsun,
oysa çok az kendinden istediğin.
tek bir tutku kıpırdanmakta içinde:
sen tekerleklerin altında son bulmadan,
başkalarının bindikleri arabaların
devrildiklerini görmek istiyorsun.

general epantşin - rastlantılar değildir
bizleri götüren kaçtıklarımızın yakınına.
tıpkı kaçıp saklanışımız gibi çocuklara,
sığınırız söylemeye korktuğumuz arzulara
ve onca acizken kendimizi koruyabilmekten,
dikiliriz koruyucu olarak başkalarının kapılarına.

peki, ne olur kaçırılan?
hoşgörü dilenmeyen bir gençliğin
artık soğumuş düşleri mi?
yetkinlik mi o halde? ve yalnızca
bilmecesiyle yetindiğimiz bir güzellik mi?
evet, aglaya, bundan böyle sende
ancak giremeyeceğim bir dünyanın
habercisini, tutamayacağım bir vaadi
ve koruyamayacağım bir değeri
görebilirim.

görünüşte kavuşmuş olarak yaşama,
ve bizden bir ifade takınmamızı isteyen
gezegenlerce baştan çıkarılmış biri
kimliğiyle, sınırsız müzik eşliğinde
gördüğüm, dilsizlerin devinimleridir.

adımlarımız, bize kadar
varabilen birkaç ezginin yetersiz
tınılarıdır yalnızca.

dur! yalvarırım sana, 
varolan tek aşkın sureti,
aydınlık kal kirpiklerinle
kapat gözlerini dünyaya,
güzel kal, tek aşkın sureti,
ve kaldır alnını
kuşkunun şimşeklerinden.
öpüşlerinle dağıtacaksın onları,
bakarsan eğer, herkesin
olduğun aynalara,
uykunda bozacaksın çehreni

hakiki ol ve karlara yılları geri ver,
kendinle ölç kendini yalnızca, bırak kar tanelerini
yalnızca okşayıp geçsin tenini.
bu da bir dünyadır:
bir eski yıldızdır, yalnızca
çocuk yaşlarımızda ülke dediğimiz;
zamanın yağmuru gibi indiğimizde
havuzlara, neşeli zamanların birikimleri gibi.
bir oyuna ait olsa da, rüzgarda
bir salıncak ve bir kahkaha,
hem yukarda, hem de aşağıda;
bu da bir hedeftir, kendimizin tutkunu
olmamak ve şaşırmak bütün hedefleri;
ve bu da müziktir,
yani budalaca bir tınıyla,
hep aynı,
tek bir şarkıyı, bize bir sonrayı
vaat eden bir şarkıyı izlemek.

sakın düşme, orkestranın
dünyaya düşman kargaşasına,
düşersin, eğer şimdi bırakırsan kendini
ve teninle konuşursan fani bir dilde.

yaşamımın her anına bir yabancı
anı da ekliyorum, gizliden içimde
hep taşıdığım bir insana ait olan,
ve o insanın yüzünü hiçbir zaman
bana unutturmayacak bir an'ı.

(akşamları içten olgunlaşan
bir yüz değil bu!)
sabaha doğru esen, küf yeşili ve
bir zindan gecesinin kırağıyla kaplı
bir yüz, gözlerin üzerinde ise
bir zamanlar göğe açılmış parmaklıklar.

uyku kaçar, hapisteki adamın buz kesmiş
uzuvlarından.
nöbetçinin adımları göğsünde yankılanır.
sonra bir anahtar, iniltilerin kapısını açar.

söyleyecekleri olmadığından,
anlatamadığından derdini de kimseye,
zindanına et ve şarap getirirler,
insanları sevmek adına.

ona gelince, dalmışken
giyinmenin telaşına,
ne yapılan iyilikleri anlayabilir,
ne de verilen buyruğun
amansızlığını.
zaten uzun bir yaşam başlayacaktır,
kapı açıldığında ve açık kaldığında,
yollar, yollara kavuştuğunda ve
bütün bir halkın seslerinden oluşan
çağlayan onu aşağıya, bütün dünyanın
katil yargıçlarının idam kararlarıyla
besledikleri kan denizinin
kıyılarına sürüklendiğinde.

ama şimdi bir ortak noktamız var,
verilen hükümle; o hüküm ki,
yüzü tamamen hakiki olan bu adamın,
başını dikkatle koymazdan önce
celladın sehpasına, bir hakikate
vardığına da söyler
(oysa bembeyazdır
yüzü ve hareketsizdir,
ve kafasından geçebilecek
düşünceler belki de önemsizdir,
o, yalnızca celladın ceketindeki
paslı düğmeyi görür.)

bir ortak noktamız da
mahkumla, değilmi ki o, bizi
hakikatin, bizim hazırladığımız
cinayetle, bize hazırlanan
cinayetten önce geldiğine

inandırabilmekte.
ve şimdi var önmümde bir cinayet,
ben de birini işlemek üzereyim,
bu hakikate ilişkin bütün olasılıklara,
hem onu yaşatmak için, hem de
ölümümüz için gerekli cesaretle.
gelgelelim bu ölümlülüğümle
hiçbir şey öğretemem,
ve öğretebilseydim bile,
bunu ancak sözünü ettiğim anda
yapabilirdim ve kalmazdı artık
o an herhangi bir söyleyebileceğim.

kefaletim, bundan uzun süre önce
bu dünyada yaşamış ve kendisine
hep tuhaf denmiş birine aittir, bir
şövalyeye, ama bugün ne diyebilirim
böyle birine, artık bir erdem sayılmazken,
saraylarda ve şatolarda değil de,
yoksulluk içersinde yaşamak?
özensizdi giysilerine günler boyunca,
ta ki biri omuzlarını saçaklarla donatıp,
onu, utanca ve sabrın sonsuz huzuruna
tahammülsüz bir ışığa boğana kadar.

savaşı lanetleyenlerdir bu ışıkta
çarpışmak için seçilmiş olanlar.
onlar serperler tohumları
dünyanın ölü tarlalarına,
bütün bir yaz boyunca
ateş hatlarında yatarlar,
onlar bağlar bizim için
ekin demetlerini
ve rüzgarın şehitleri olurlar.

hazırlık zamanlarında yaklaşmadım kentlere
ve aşk uğruna yapıldığı gibi, tehlikeli yaşadım.

sonradan bir akşam toplantısına katıldım
ve bir idamdan söz ettim. böylece yine yanıldım.

bir fırtınanın elinden oldu ölmüm
ve şöyle düşündüm: demek dünya, bunca aydınlık 
ve çılgın,
nerede karartsam çayırları, rüzgar toprak atmakta
bir haçın üstüne ve bırakmakta beni yüzüstü yatmaya!

atılan mavi taşlarla uyandım ölümden.
yıldızlardan örülü bir yüzün kırıklarıydı.

ve şövalyelerin tarikatından kovulmuş,
baladlardan da atılmış biri olarak,
bir yol bulmaya çalışıyorum şimdiki zamanda,
parçalanmış güneşlerin toza dönüştüğü,
gölge oyunlarının da,
göğün sağır duvarlarında
değişimlerden medet umarak,
çocukluk
dualarımın bir zamanlar ki
inançlarından düşlerde ona
bir kumaş dokudukları ufuklara
uzanan bir yol.
parçalanmışsa da çelenkler,
inciler dökülmüşse bile,
madonnaların mavi kıvrımlarına

kondurulan öpücük, onca gecenin
esrikliğinin ardından tadını yitirip,
daha ilk solukta girintilerdeki
mumları söndürse de,
ben, inançsızların kapkara kanlarından
çıkıp kendi kanıma giriyorum
ve kurbanlarımızı aşağılayan
bir öykünün son yankılarına
kulak veriyorum.

bir zaaf var içimde, deliliğe çanak tutan,
istediği, kapatmaktır yolumu
ve koparmak beni özgürlüğün kucağından.

anafora boyun eğen bedenim,
tam zamanında kaçtı onu
parçalamak için havaya kaldırdığım
bıçaklardan. şimdi aynı beden,
onu saran solukla birlikte,
ve benim soluğumun eşliğinde,
kaymak istemekte aşağılara,
kanıtlmaka için, dudaklarımın
sorgulamadığını benim yaşamımı,
bir de, yaradana yaratabilmemiz için
varolan koşulları.
 
kıskanacak değilim kolay uçanları,
yani bu kuş sürüsünü,
pek çok yere değip geçen ve
en hızlı uçuşlarda bile,
bıkkınlık içersinde olanları.

nereye gittimse, taşların altında buldum kendimi,
kırlaşmış ve güvenmek yüzünden kargaşaya
düşmüş taşların altında.

kesinlikle biliyorum ki, senin yüzün de,
onca yaşlanıp çöktü ve uzandı yanıma,
buz beyazı çağlayanın altına,
ilk ben kurmuştum orada yatağımı,
ve öldüğümde, gözlerimin önünde
el değmemişliğin çöküşüyle,
yatacağım o çağlayanın altında

feragate güvenmeye başladım artık.
seni isteklerime yeğlemem midir ağlamanın nedeni?
sen, kısa bir yazgı seçtin: benim zamanımı, ve ben,
birlikte uyuduğun, bu dünyanın dışına çıktığın
bütün düşlerin yıkılıp gitmesini istiyorum.

bir tesellim yok senin için.
dağların hareket edişi başladığında,
taşlara özgü bir duyguyla ve yaşları
belirsiz, bir gece korkusunun zemininde
ve çok büyük bir tedirginliğin kapısında,
biz, seninle birlikte yatacağız.

yalnızca bir kezdi mehtabın hoşgörüsü.
yüreğimizin dallarının arasına
aşkın daha bir yalnızlık kokan
ışığı dökülmüştü.
ne kadar da soğuk bu dünya,
ve gölgeler, ne kadar da
çabuk sarmakta köklerimizi!

ödünç bir sözle geldim, yoksa
elimde bir ateşle değil, ve suçlusuyum
her şeyin, ey tanrım!
birbirleriyle değişildi çarmıhlar,
ve biri hiç taşınmayacak.
zayıf bir sesle övüyorum
senin yargının katılığını,
ve bağışlanmayı düşünüyorum,
daha sen bağışlamadan.

korkunç keşiflerde bulunuyorum,
içimde korkunun uyanıp önüme
ışık tuttuğu yerde, her şeyden
suçlu olduğumu ve cinayetimi
anlıyorum, o suç ki, hemen bu gece
onunla gelmek zorundayım senin gecene,
umarsız bilgimi ise
feda etmek istemiyorum vicdanıma.

sen sevgi ol, ben, hafif bir ateşle
yaratıldım senden ve ilence uğradım
ateşler içinde kavrulanların arasında.
karanlıkta, önünde hepimizin
eşit olduğumuz o körlüğün bilinciyle,
itiraf ediyorum her şeyin suçlusu olduğumu,
çünkü sen, bizi görmediğinden bu yana,
yalnızca bir sözcüğü önemsemektesin.

açıl bana! kapandı bütün kapılar, şimdi gece vakti,
ve ne varsa söylenecek, daha söylenmedi.
açıl bana!
çürümüşlükle dolu hava ve dudaklarım
daha öpmedi mavi pelerini.
açıl bana!
elinin çizgilerinde okuyabiliyorum şimdiden,
alnıma dokunmakta ruhum, geri götürmek için.
açıl bana!

gizlidir yarın konuşacağım dudaklar,
bu gece istediğim seninle uyanık kalmak 
ve ihanet etmeyeceğim sana.

sessizliğin idam sehpalarında asılıdır çanlar
ve şimdi uykuya çağırmaktalar,
uyu o halde, çanlar uykuya çağırmaktalar.
sessizliğin idam sehpalarında çanlar
dinlenmeye çekilmekteler, bu, ölümdür belki de.
gel o halde, artık çekilmek gerekiyor dinlenmeye.

INGEBORG BACHMANN

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Bozkıra, Umuda ve Varolmaya dair

bildik mavallar, kanıksanmış aşağılanmalar, öykü demeye bin şahit isteyen absürt öyküler; onca kuşatılmışlık ve tekrarın ardından  zorda olsa yenilenmek gerekiyor bu çürüyüş bizi bitirmeden önce...ki bekleyişinde önemini yitirip anlamsızlaştığı bir süreçte öbür olasılıkların ne olduğunu düşünmeden eylemek lazım artık..yeniden varolabilmek için başka da çıkış yok..

akintiyakarsiakintininicinde

WINTER STORM ROLLS IN OVER A HORSE GRAZING ON A MONGOLIAN STEPPE

"kayıklarla geldi haber
koca bir nehrin içinden 
radyo dalgaları gibiydi
nehrin suları
ve asık yüzlü ulaklardı
baktılar...

sazların arasından süzülüp
kıyıya çıktılar
ve buruk bir haberdi 
gittiler...

o sıralar göç zamanıydı
gökte kanadı kırık bir 
bumerang kaldı"

Tuncer Erdem'in Bozkır Kitabı adlı eserinden

22 Nisan 2012 Pazar

Die Verwandlung

-Gregor buradan gitmeli… tek çare bu, baba. Ama onun Gregor olduğu düşüncesini kafandan atman gerek.  Bizim asıl felaketimiz bunca zaman bu düşünceye inanmış olmamız. Fakat o nasıl Gregor olabilir ki? Gregor olsaydı eğer, insanların böyle bir hayvanla birlikte yaşamalarının olanaksızlığını çoktan anlar ve kendiliğinden çıkıp giderdi…”
                                        Franz Kafka, Dönüşüm (Die Verwandlung)

evet hayat bu !eğer kendi doğrularınla kendi gerçekliğini kurmaya kalkarsan o güne kadar seni el üstünde tutanlar için senin hiçbir kıymeti harbiyen kalmaz bir an da fuzuli bir varlığa dönüşürsün ve ilk fırsatta üstün çizilir acı ama istatistiksel bir değer bile değilsindir;ki hayatın bu denli ucuz olduğu bir ülkede her türlü bezirganın sözü dışında hiçbir verinin anlamı yoktur! herşeyi onlar bilir onlar düşünür senin değersiz varlığın sadece onlar için ve onların izin verdiği ölçüde var olmana izin vardır..gregor samsa gibi büyük bir bok böceği olarak ölmek istemiyorsan  boyun eğme kkendi kavganı ver ve bırak onlar kendi pisliklerinde boğulmaya devam etsinler..........

    Akintiyakarsiakintininicinde

27 Kasım 2011 Pazar

yol

"Sie reiten über einen erschlagenen Bauern. Er hat die Augen weit offen und Etwas spiegelt sich drin; kein Himmel."
                 Die Weise von Liebe und Tod des Cornets Christoph Rilke
                                            Rainer Maria Rilke

Self Portrait I Rilke
 hüzünlü ezgilerin eşliğinde bu kaçıncı geri çekilişim Tanrı bilir.her defasında yola yeniden başlarken -güneş bugün bizim için doğmuş olabilirminin umudunu yeniden diriltmek!ve yürümeye devam etmek...gökyüzünü aralayıp  adalet daha fazla adalet isterken adaletin herkesin payına eşit düşmeyeceği gerçeği yüzüme sert bir şekilde çarpıyor.
                                                                akintiyakarsiakintininicinde

16 Eylül 2011 Cuma

Benim Hazar'ım-sana

Least Rivers -- docile to some sea.     Küçük Irmaklar-bir denize boyun eğer.
My Caspian -- thee.                     Benim Hazar'ım-sana   

 Emily Dickinson
büyük denizlerde küçük ırmaklar kaybolup gider ..........
uzun uzun dalıyorum uzaklara,
ne öykü beni içine alıyor nede ben öyküye dahil oluyorum
olmazlarda uzayıp giden sessizliğe teslim oluyorum
yitik düşlerde anlamını yitirmişken 
beklemek azaba dönüşüyor............

akintiyakarsiakintininicinde



13 Ağustos 2011 Cumartesi

Karanlıgin İçinde






Dead-Tote,Gerhard Richter
"Karanlığın içinde bir çocuk,korkuya kapılmış,şakı söyleyerek  kendi kendini teskin ediyor.Adımlarını şarkısına uydurmuş yürüyor,duruyor.Kaybolmuş, sığınmaya çalışıyor bir yerlere ya da minik şarkısıyla iyi kötü yönünü bulma çabasında.Şarkı, kaosun bağrındaki istikrarlı ve sakin,istikrarlılaştırıcı ve sakinleştirici bir merkezin eskizi gibi.Çocuk şarkı söylerken bir yandan da sıçrıyor olabilir; ama şarkının kendisi zaten bir sıçrama:kaostan kaosun içindeki bir düzen başlangıcına sıçrıyor,heran paramparça olabilir.Ariadne'nin ipinde daima bir titreşim vardır.Orpheus'un şarkısında da"
"De la ritournelle" adlı bölümden alınma, mille Pleteaux içinde, Gilles Deluze ve Felix Guattari, ed. de Minuit, 1980. 

6 Ağustos 2011 Cumartesi

ağıt-2

Les Saltimbanques,Pablo Picasso

Die fünfte Elegie

Frau Hertha Koenig zugeeignet

Wer aber sind sie, sag mir, die Fahrenden, diese ein wenig
Flüchtigern noch als wir selbst, die dringend von früh an
wringt ein wem, wem zu Liebe
niemals zufriedener Wille? Sondern er wringt sie,
biegt sie, schlingt sie und schwingt sie,
wirft sie und fängt sie zurück; wie aus geölter,
glatterer Luft kommen sie nieder
auf dem verzehrten, von ihrem ewigen
Aufsprung dünneren Teppich, diesem verlorenen
Teppich im Weltall.
Aufgelegt wie ein Pflaster, als hätte der Vorstadt-
Himmel der Erde dort wehe getan.

Rainer Maria Rilke, 14.2.1922, Muzot 

herşey bambaşka olabilirdi yazgı öyküyü azıcık da olsa bize doğru yontsaydı ama olmadı olamadı su kendi mecrasında aktı ve varması gereken yere vardı ve biz onun güzergahından çok çok uzaklardaydık.uzakları özlüyorum kardeşim çok uzakları yarını düşünmediğimiz an'ın coşkusuyla hayatı doya doya yaşadığımız zamanları...yoksunluklar içinde olsada  yaşama sımsıkı sarılabildiğimiz zamanları...
heyhat hep aynı an'a nefes veriyorum kısılıp kalmışım ....

akintiyakarsiakintininicinde

16 Temmuz 2011 Cumartesi

ağıt

Freilich ist es seltsam, die Erde nicht mehr zu bewohnen,
kaum erlernte Gebräuche nicht mehr zu üben,
Rosen, und andern eigens versprechenden Dingen
nicht die Bedeutung menschlicher Zukunft zu geben;
das, was man war in unendlich ängstlichen Händen,
nicht mehr zu sein, und selbst den eigenen Namen
wegzulassen wie ein zerbrochenes Spielzeug.
Seltsam, die Wünsche nicht weiterzuwünschen. Seltsam,
alles, was sich bezog, so lose im Raume
flattern zu sehen. Und das Totsein ist mühsam
und voller Nachholn, dass man allmählich ein wenig
Ewigkeit spürt. - Aber Lebendige machen
alle den Fehler, dass sie zu stark unterscheiden.
Engel (sagt man) wüssten oft nicht, ob sie unter
Lebenden gehn oder Toten. Die ewige Strömung
reißt durch beide Bereiche alle Alter
immer mit sich und übertönt sie in beiden. 

  Die erste Elegie'den  
Rainer Maria Rilke, beendet am 21.1.1912, Duino 

Blood Moon Forest Painting

senaryo sanki mutlakmışçasına değişmiyordu değiştirilemiyordu birileri durmadan zekamıza hakaret edercesine  aynı oyunu önümüze getirirken kayıp giden yaşamlar birazda bizim insanlığımızdan götürüyordu hiçliğe doğru koşaradım yaklaşırken bu kahreden kısırdöngüyü kırmak adına canlar verip kanlar döktüğümüz halkımız kılını kıpırdatmaktan acizdi solan her gülün ardındından bildik celallenmeler! aynı öfke kabarmaları! sonuç sıfır elde var sıfır

akintiyakarsiakintininicinde

24 Haziran 2011 Cuma

Yalınayak Şiirdir-Ece Ayhan

Cornelius Fraenkel"Der Feuertanz" (6) / 1998
 
Yalınayak Şiirdir
1. Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim

Emrazı Zühreviye Hastanesi'ne kapatıldı anamız
Adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarındandır

Şeker atar hâlâ mazgallardan Cankurtaran'da
Acı Bacı'nın acı bilmez uçurtma çocuklarına

Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz?


2. Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim

Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede
Acaba halk nedir diye düşünür arada ışıttığı

Dudullu'dan tâ Salacak'a koşarak alkışlayalım
Fazla babalarıyla dondurma yiyen çocukları

Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir?1970

21 Haziran 2011 Salı

yola çıkarken-1

Classic pop Pine Forest Hunger Strike

babam hayatımızın içine edip çekip giderken anam ağlayarak sarsılırken kardeşim korkudan titrerdi;içim burkulur kifayetsiz karşı çıkşlarım sağır sessizliğin içinde kaybolur giderdi..çepeçevre hüzne garkolduğumuz bu süreçte anlam veremediğimiz bu kahrolası zorbalığa katlanmak zorundaydık.insandık hesapta ses versek sesimize ce vap veren olmalıydı oysa ses vermek bir yana çığlıklarımızı duyan bile olmadı duymadık istemediler biz kahrolurken ucuz öğütler ve itaat nutukları eşliğinde olası gençliğimiz elimizden bir yıldız gibi kayıp gitti...vaazlar bitmek bilmiyordu varlığımız suça dönüşürken hayat kendi oyununu dayatmakta fazlasıyla ısrarcıydı bizde bu kahrolası oyunu bozmaya......

akintiyakarsiakintininicinde

 

11 Haziran 2011 Cumartesi

düşerken

edvard munch- two people, the lonely
 yürüyordum durmadan yürüyordum yitik bir an'ın resmini yakalayabilirim diye...olmadı olamadı yitik bir an'ı ararken kendim yitik oldum.şarabın kırmızısında olası en berbat öykünün kahramanı olmak benim payıma düştü..rolüm beklemekti geberene kadar beklemek oysa insan kendi yazgısını kendisini çizer diye öğretmişlerdi bize..saatin tik takları arttıkça artıyor kulağımı tırmalayan bu sese tahammül etmek gittikçe daha da zorlaşıyordu..atılan voltaların beni götürebileceği hiçbir yer yoktu.tekrar tekrar durmadan tekrar eden aynı kahrolası an'a hapsolmuştum.aynı yüzler ,aynı mimikler hüznümü katlayan aynı ihanetler durup beklemek zaman kaybıydı ve benim yürümem gerekiyordu.yürüyüp çıkmam;ağlamaklı iç çekişlere zaman yoktu kaybetsemde simurg misali yeniden dirilebilmek için,umutsuz da olsa yürümeye devam etmem gerekiyordu............

akintiyakarsiakintininicinde

30 Nisan 2011 Cumartesi

"bu şarkı böyle kurgulanmıştı"

'Painting with white border'-Vasily Kandinsky
öykü ilerledikçe insanı daha fazla içine alması gerekirken "bu şarkı böyle kurgulanmışken" tatsızlaşmasını hadi bir kalem geçelim ama daha da kötüsü anlamını yitirip absürt bir hal alıyor...amaçsızca öykünün içinde yol almaya devam ediyorsun ;alışkanlık , iptila ,müptela,bağımlılık vs birbirini anlamsızca tekrarlayan çirkin sözcükler "İnsan öylesine alçaktır ki herşeye alışır."...dönüp baktığımda geri dönüşünde bu saçmalığı artırmaktan başka bir işe yaramadığını görüp umutsuzluğa kapılsanda diğer bütün korkaklar gibi bu anlamsız yolculuğu sürdürmeye devam ediyorsun...işin tuhaf yanı bu öyküyle gerçeklik arasındaki acımasız parelellik!ucuz kahramanlar biteviye ikiyüzlülükler ve kaybedenler.........


akintiyakarsiakintininicinde

22 Ocak 2011 Cumartesi

Don't Go So Far Away


13 Ocak 2011 Perşembe

kendimden kaçma umudu-2

Zoltan Gonda,Bejárat a barlangba,  Entrance to the cave
            Tekrarlanma!Şunu da biliyorum: Her şey, hayatımızı tekrarlanmanın dışında bulmayı beklemeyip, o tekrarlanmayı, o umarsız tekrarlanmayı, kendi rızamızla (bize zor kullanılsa da) hayatımız yapmayı başarıp başaramamamıza bağlı, bu da, 'Ben buyum!' diyebilmekle mümkün... Ne var ki bir sözcük, beni ürkten bir mimik, bana birşey anımsatan bir manzara (bunlar hep tekrarlama), içimdeki herşeyin bir kaçışa dönüşmesine, umutsuz bir kaçışa, salt tekrarlanma korkusu yüzünden bir yerlere gitmek için giriştiğim bir kaçışa dönüşmesine yetiyor.-

8 Aralık 2010 Çarşamba

kendimden kaçma umudu

                                                  Solitude-1893 Alexander Harrison

        " Dua edebilseydim, bütün kendimden kaçma umudunun benden alınması için dua ederdim.Arasıra dua etmak için yaptığım çabalar, dua ederek biraz değişeceğimi, güçsüzlüğümden kurtulacağımı umut edişim yüzünden başarısızlığa uğruyor, ve bunu anlar anlamaz yolun üzerinde olma umutlarımı kaybediyorum.Yol sözcüğü ile, son çare olarak kendimden kaçma umudunu anlatmak istiyorum.Bu umut benim cezaevimdir.Biliyorum bunu, bilgim cezaevini parçalamıyor, bana yalnızca cezaevimi, güçsüzlüğümü, anlamsızlığımı gösteriyor.Yeterince umutsuz değilim, ya da inançlı kişilerin dedikleri gibi , yeterince uysal değilim.Boyun eğ, özgür olacaksın, cezaevinden anlamsız ve güçsüz biri olarak çıkmayı ister istemez cezaevin parçalanacaktır, dediklerini duyabiliyorum."
                                                                    Max Frisch,Stiller adlı yapıtından

25 Kasım 2010 Perşembe

Yalnız Adamlar-3

            Kimi zaman onları bir sabah kahvesinde, eli çenesin de iri gözleriyle dalmış bulursunuz.Hayli zaman sonra irkilip, kendilerinin farkın da olmayan insanlara gülümserler.En çok kapıya gelen satıcıdan, para isteyen dilenciden, ve insan yanın da garsona seslenmekten korkar, el ayak dolaştırırlar.
Youssef Rami-Solitude
        Yüzlerine bakılacak kadar yakışıklı oldukları halde çokça iyi kadın bulamazlar.Buldukları öylesi kadınlara da kölelik yapmaktan hoşnut olurlar.Ama tabii ki o hoşnutluk, en ziyade ilk defa iki kişi olmanın verdiği hoşnutluktur.
        Yalnızlık kötüdür.Ama ne ilginçtir ki, yalnız kalmamayı bilmemek,daha da kötüdür.Çünkü yalnız kalmayı bilmeyen, insana mecburdur.Hiç insana mecbur oldunuz mu?Her söylediğine gülmenizi bekleyen, her söylediğini tasdik ettiren, kendinden başka kimsenin konuşmasına izin vermeyen, her söylediğinizi düzelten, içki sofralarında ısmarladığı rakıyı burnunuzdan getiren insana mecbur oldunuz mu?

 M. Emin Ceylan(Aylak Bilgi)

Yalnız Adamlar-2

           Daima başarısız olsalarda, hayatlarının bir anın da yada bir uğraşısında çarpıcı bir başarı göstermişlerdir.Yatmadan önce kurulan hayallerde, bu mevzi başarının bütün yaşama genelleştirildiği olur.Sıklıkla ağlamak zevk verir, her ağlamadan sonra tekrar tekrar yeminler edilir.Her yeminden sonra, sokağa çıktığı birinci saatten itibaren sabun kalıbı gibi adamnların karşısında yemininden döner, kendini ezilmeye koyuverir,başsız koyun gibi sürüklenir.Bazen kendi kendine söylenerek gider ve yeniden karşılaşır sabun klalıbı adamla ve bir utanma basar, teslim olur.Evlenemez, evlense de eve bakamaz, eve baksa da karısı aldatır, karısı aldatmasa da çocukları sevmez.İçinden en çok hayallerini, dışından da sıklıkla tek bir şeyi sever ve çoğu kez bir kuş, bir kedi yada balık olabilir bu.
Solitude Compressed-Phillipa K. Lack 
          Pazarlık edemezler, maaş artışı isteyemez, borç isteyene direnemezler.Hiçbir zaman iyi iş çıkartamazlar.
Çalışamama nedenlerini zararsız yalanlanlar söyleyerek açıklarlar,Asla bir koruyanı, bir destekçisi, bir borç vereni ya da bayram da aşure getireni olmamıştır.
      Kırk yılda bir olur da düğün de dernekte, başkan seçilirlerse; bazen ali kıran, başkesen; bazen patavatsız, bazen dilsiz, sessiz, bazen de terkedip giden olurlar.
       Kendileri ya da eşleri ellisine varmadan yatağını ayırır.Çocukların saygısızlığına ağlamazlar,belki de umursamazlar.Bazen gittikleri yere olmadık pahada hediyeler götürdükleri olur.Arasıra makamını tutturamadıkları şarkılar mırıldanırlar.Bazen kimseye göstermek istemedikleri yersiz tebessümlere saplanırlar.Tereddütsüz derim ki, hepsinin yüzünde nerelerden kaldığı belli olmayan sebepsiz seyirmeler olur.En çok da kuyrukta sıra kendilerine geldiğin de,cemaatte söz almak gerektiğin de ve de bir kadına laf etmek lüzum ettiğinde....
 
M. Emin Ceylan(Aylak Bilgi)

Yalnız Adamlar-1

          Yalnızlık zorluk, inatlık ve hatta "sakatlık" gibi birşeydir.Çok yalnız insan gelmiş geçmiş görünse de bu dünyadan gerçek yalnız insanöyle sık bulunan bir "meret" değildir her zaman!.Yalnız insanların fasılalarla toplumun kadrine uğramaları mutlaktır...Önemli bir kısmının tımarhane köşelerinde çürüdüğünü söyleyebiliriz.İstinasız hepsinin alkolle sıkı fıkı arkadaşlığı vardır.Hepsinin hayalinde asla ulaşılamamış kadınlardan ötürü hiçbir kadına bulaşamamıştır.Ve sonunda da tam bir toplum kaçağı olur çıkarlar.
straight on my way
        Hayalleri vardır, durdurulamaz ve anlaşılamaz.Ağlamaları vardır,bir üzüntüye karşılık gelmeyen.Uykuları vardır zamansız.Uykusuzlukları vardır bitmeyen.Zaferleri vardır bilinmeyen.Korkuları vardır, korkusuzluk gibi görünen.Mutlaka bir aileleri vardır bilinmeyen.Gene de kadınları vardır,işbilen ,adamın önüne ekmek koyan ve de her işe çomak sokan telaşlı.
         Ve her daim titrek sesleriyle konuşup, cümlenin sonunu tamamlayamadan, başkalarının araya girmesiyle kesilip dilsizleşirler.Bazen sözüm kesilmesin diye yutkunarak,alelacele ve çok hazırlanarak konuşurlar.Bazen bir ün mü gelir yoksa başka bir şey mi olur, ortalıklardan çekilip, yeniden kendilerini onarmak için uzun uzadıya bir köşeden felsefelerini yenilerler....

   M.Emin Ceylan (Aylak Bilgi) 

21 Kasım 2010 Pazar

Antigone-Bertolt Brecht

Antigone

Çık zamanın bulutlarından
Ve yürü bir zaman, önümüzde
Sen ey dost, kendinden emin
İnsanların, korkunçlara
Korku salan o hafif
Adımlarıyla

Biliyorum, nasıl
Korktuğunu ölümden, ama
Onursuz bir yaşamdı, seni
Daha da korkutan.

Ve uzlaşmadın iktidardakilerle,
El uzatmadın karışıklık peşinde
Koşanlara, ne de unuttun ayıpları,
Bırakmadın otlar bitsin
Kötülüklerin üstünde.
Selam sana!

Bertolt Brecht, 1948

Çeviri:Ahmet Cemal 

26 Ekim 2010 Salı

evimiz, yurdumuz yoktu.

Van Gogh-Paesaggio Marino 
 evimiz, yurdumuz yoktu..gerçekte bizi bi yerlere bağlayan köklerimizde..tutunabileceğimiz yaşadığımız ve varolduğumuza dair kırık dökük birkaç resimden oluşan umutlardı yanılsamalara dahil..
  


belki zamanı tüketiyorduk bekleyerek belki de yürümeye çalışıyorduk anlık reflekslerle...herşeye ve herkese isyan etsek de kılımız kıpırdamıyordu kanıksama ile acz arasındaki gelgitlerle boğuşurken sonsuz olasılıkların içinde olası en boktan figüranlar olarak hep kurgunun olmasa da olur istatistiklerinde yer almaktan öteye geçemiyorduk ve yazgı hükmünü yerine getirmekten bir kez olsun feragat etmeye yanaşmazken düşen ne hikmetse hep biz oluyorduk vs vs.

akintiyakarsiakintininicinde

11 Ekim 2010 Pazartesi

"Önceden düşünemedik, çok çiğ çağ!"

KİLİM

Kilimde incir çekirdekleri –parlak, pahalı
Elmaslar yerine çekirdek– süs, avunma.
Hatta soluk, ucuz boncuklar olabilirdi,
–Cam boncuk, incir çekirdekleri – süs, avunma.
Gezdir parmaklarını: Pürtük! Çünkü üzüm çöpleri…
Aptallığımızdan kalma üzüm çöpleri, armut sapları.

Ama biz dokuduk bu kilimi, eh bir dereceye kadar!
Değil ele güne çıkacak, değil asılacak duvarlarda.
Çiğnenir –çok çiğ çağ– ayaklar altında yabansı.
Sağlam olabilirdi, saplar aldattı bizi:
Üzüm çöpleri, armut sapları, çekirdek, çok çiğ
Önceden düşünemedik, çok çiğ çağ!

Renkler, oldu bir kere, geçti, renkler…
Düşünmek gerekli başlarken, sen buna
Renk mi diyorsun? Ben serin–mavi
Ismarlamıştım sana sıcak çaylar yanında.
Çok çiğ çağ. Çaldılar. Çıplak. Mavi, ama bu
Kan oturmuş tırnaklardaki mavi. Geçti.
Geçti, sökülmez, dokundu, sırıtır boşluk, ben sana…

Sakladığım baharlar nerde bu kilim için,
Nerde yıllarca önce, ben sana…
Ne yaptın baharları, baharsız çok çiğ, topraklarda…
Çok çiğ çiçek –hiç yok– hani bu kilimde?
Hani beyaz, beyaz, beyaz… Beyazları ne yaptın?
Çok çiğ bu kızgın yaz, çiğ bu karakış!
Bari biraz kışlarda… Çıplak, çok çiğ!
Çok çiğ bu çığlık, bu en bol renk: Kara! Ben sana
Hiç kara koyma demiştim, nerden düştü, çok çiğ
Paslı borulardan katran, soba zifiri…
Sonra eski patiska perdeler gibi solgun ve sıska
Parmaklarda kirli tütün sarısı.
Çok çiğ kesik öksürük, çiğ çatlak çağıltı…

En güzel renk mi, çok az! Eğreti, kaçamak, belki!
Belki kimi gecelerde ekleme
Sevinçlerden gelme çağla yeşili –Yanlış
Eğrelti otlarının yitik yeşili yani,
İki başlı kartalların ölü gözlerinde–
–ki belki– çok az!
Sonra çok az pembe, işe giderken ayrılışlarda
Kimi günler bir süre hani ayaküstü
Çekingen bir gülüş, çekingen çok çiğ çevre
Pörsük pembe, solgun güllerde, belki biraz!

Heyy! Bu kilimdeki bu bir sürü merteğin
İşi ne? Çok çiğ! Kendi gözümüzde
Çöpler vardı, karartmış önümüzü.
Çöpler, yeterdi kilimde, bol –çok, çiğ, çağ–
Ama onlar mertek, doğru, çok çiğ!

Gözlerinin dalışı bile çok çiğ, çünkü…
Çünkü hançer nakışlarda bu çılgın çağrı,
Bu çürük iplik, bu ensiz atkı,
Bizim!

Behçet Necatigil