22 Ocak 2009 Perşembe

hüzünler II



Baktım ki her durakta bir katil
Her köşebaşında bir köşedönmeci fırlatma

Baktım ki her limanda bir ölüm timi
Her istasyonda bir gizli takipçi
Baktım ki kurduğum bütün saatlerin yelkovanı
yüreğime saplanacak birer
hançer gibi

Baktım ki bir aşık hızıyla fırlıyor raylarından
Bütün hücrelerimi titreten hüznümün son aşk treni
Baktım ki aceleyle kapanıyor kar tınazlarıyla
hangi baharın kapısını çalacak olsam

Baktım ki bulamıyorum çaresini;
'Hangi sözü makaslayıp hangisini bileyerek çıraksa ki,
buda onun imgesiydi desinlerin
Baktım ki sen değilsin;bunlardan başka engel yok
şiire;

Baktım ki verdiğim bütün ifadeler
eski gümsemelerimin birer gölgesiymiş nerdeyse
Baktım ki kimse kabullenmiyor
devri teslim gerektiren ağırlıklarımdan hiçbir parçayı
Baktım ki kusturacak beni de '68'den kalanların büyük,

ağız ishali
Anladım ki yokmuş 'halkların vicdanı'

(Evet yoktur halkların vicdanı.Neden bu haldeyim dersiniz?)İçlerinden hiç silinmez onların eli kanlı meduzalar.Vicdan dediğin yalnızca okuyan gençliğin küçük bir parçasında var.-Sürdükleri jölelerden yapış yapış olsada saçları.Yiyip bitirsede onları, gözlerinde taşıdıkları bohem sarısı duyguları-...


Baktım ki her bakışımda yine kendimi sunuyor bana aynalar
Baktım ki aşka olan susamışlığım beni ölümün eşiğine getirdi
Ertelediğim yolculukların hepsinden vazgeçtim;

Nasılsa ben değilim yiyecek olan da beklemenin meyvesini...

Sadece şiirler okutsun beni
Kaldysa güzel anılar

Soysal Ekinci

14 Ocak 2009 Çarşamba

rêveries du promeneur Les solitaire


Yıllar süren heyecanlardan sonradır ki, sonunda kendime gelerek; talihsizlik günlerine sakladığım bu güçlerin değerini anladım. Haklarında yargıya varmam gereken bütün sorunları bir karara bağladığımdan, ilkelerimle durumumu karşılaştırınca, insanların budalaca düşüncelerine ve kısacık ömrün küçücük olaylarına değerinden çok önem verdiğimi gördüm; yine gördüm ki, yaşam bir sınav defteri olduğuna göre bu sınavların şöyle ya da böyle olmasının önemi yoktur; elverir ki onlardan beklenen sonuçlar çıksın. Böylece o sınavlar büyüdükçe, yeğinleştikçe, çoğaldıkça dayanma gücünün aynı ölçüde gelişmesinde yarar vardı. Ödülünü bekleyenler için, yeğinliği azalmayan hiçbir acı yoktur; işte bu ödüle inancım, daha önceki düşüncelerin ürünü olmuştur.

Her yandan uğradığımı duyumsadığım sayısız aşağılamalar sırasında, umudumu ve rahatımı bozan kaygı ve kuşku araları bulunmuyor da değildi. Anlayamadığım kimi ana noktalar zihnimde toplanarak, sanki yazgımın yükü altında ezilmeye yüz tutarken, beni büsbütün yıkmaya hazırlanıyordu. Çoğu kez, ileri sürüldüğünü duyduğum kimi yeni kanıtlar da vardı ki, daha önce tasarladıklarıma katılıyordu. O zaman, yüreğim beni boğuyormuşçasına bir "Ah!" çekerek kendi kendime diyordum ki: "Aklımda bulduğum avuntuların boş birer düşlem olduklarını görecek olursam, umutsuzluktan beni kim kurtarır? Bundan başka kimseyi avutmayan düşlemlerden ne umulur? Yalnızca beni besleyen duygularda, bugünkü kuşak, ancak yanılma ve boş düşünceler buluyor; gerçeği benimkinin tersi bir kanıda görüyor; benim bu kanıda içten olduğuma da pek inanmıyor; kendim de, istemim ne denli güçlü olursa olsun, onda kimi yenilmez güçlükler buluyorum, ama bunları alt edemediğim halde kanım değişmiyor. Ölümlüler arasında yalnızca ben mi bilgeliğe eriştim; aydın olan bir tek ben miyim? Her şeyin yerli yerinde olması için bana uygun gelmesi yeter mi? Öteki insanlara hiçbir türlü sağlam gelmeyen ve yüreğim aklımı desteklemese benim bile düşlem sanacağım görünüşlere temelli inanabilir miyim? Reddedemediğim düşlemlerimden çıkardığım ilkelere saplanacağıma, düşmanlarımın ilkelerini benimseyerek onları aynı silahlarla vurmaya çalışsaydım daha iyi olmaz mıydı? Kendimi akıllı biliyorum ama, boş bir yanılgıya aldanmış ve kurban gitmiş bir adamdan başka bir şey değilim."

O kuşku ve duraksama anlarında, kaç kez umutsuzluğa düşecek oldum! Bu durum bir ay sürseydi, bitmiştim. Ancak, bu bunalımlar sık sık gelmekle birlikte, kısaydı; onlardan henüz kurtulamadığım bugün dahi, rahatımı bozamayacak denli çabuk geçiyorlar! Yani, dereye düşen bir tüy suyun akıntısını nasıl bozamazsa, bu hafif kaygılar da ruhuma öyle, az dokunuyor. Gördüm ki, önceleri hakkında kararımı verdiğim noktaları yeniden kurcalamak, kendimi yeni gerçeklere ve yeni bir düşünme gücüne kavuşmuş varsaymak olacaktı; buna olanak bulunmadığına göre, yaştan gelen zihin olgunluğu çağında ve dingin yaşamımın gerçeği araştırmaktan başka bir ilgisinin olmadığı bir zamanda, umutsuzluktan doğmuş bitkinlik içinde beni büsbütün düşkün duruma sokmak isteyen düşünceleri, derin düşüncelerden sonra vardığım duygulara yeğleyemezdim. Yüreğimin bunca üzünç içinde kıvrandığı, ruhumun sıkıntıdan sendelediği, aklımın çevremi saran korkunç gizlerle şaşaladığı ve bütün alışkılarımın yaşlılığın ve kaygının etkisiyle zayıflayarak güçten kesildiği bugün, layık olmadığım halde çektiğim acıları ödünlemek için hazırladığım avunma yollarını geri mi çevireceğim; aklımın sağlam yanı dururken büsbütün mutsuz olmak için çöken yanına mı sarılacağım? Hayır. Bütün bu yüce davalar için karar verdiğim günden ne daha akıllıyım, ne de daha bilgili. Şimdi üzüldüğüm güçlüklerden o zaman da haberim vardı; ama beni durduramadılar; akla gelmeyenler de ortaya çıkarsa, bunlar, her dönemin, bütün bilgelerin, bütün ulusların kabul ettikleri ve insan yüreğine silinmemek üzere kazılmış sonsuz gerçekleri hükümsüz kılamayan hileli bir metafiziğin saçmalıklarıdır. Bunları düşünürken, bilirim ki duyularla sınırlanmış insan aklı onları layıkıyla kavrayamaz; böylece kendim kavrayabildiğimle kaldım ve ötesine gitmedim. Bir zamanlar verdiğim bu karar, akılcı bir karardı; ona aklımın ve yüreğimin onayıyla bağlı kaldım. Ona bağlanmakta direnmem için, şu dakikada bu denli çok neden varken, ne diye vazgeçeceğim? Vazgeçmemekte ne gibi bir tehlike var? Vazgeçmekten ne çıkarım olur? Bana acımasız davrananların mezhebine girmekle ahlaklarını da mı benimseyeceğim? O köksüz ve meyvesiz ahlak ki, kimsenin aklına ya da yüreğine girmediği halde, kitaplarda ya da tiyatronun parlak gösterilerinde gösterişli biçimde sergilenir; yoksa öteki sırdaşların iç mezhebini oluşturan, eylemlerinde egemen olan ve şimdiye dek bana ustaca uygulanagelen gizli ve hain ahlakı mı benimseyeceğim? Tümüyle "saldırı" olan bu ahlak, savunmaya yaramaz. Düşmanlarımın beni içine düşürdükleri durumda, hangi işime yarardı ki? Yıkımımda bana güç veren, yalnızca masumluğumdur; onun yerine kötülüğü koysam daha mutsuz olmaz mıyım? Kötülük etmekte düşmanlarıma yetişebilir miyim? Yetişsem de, edeceğim kötülüklerin hangisi beni kendi derdimden kurtarır? Beni kendi kendime karşı küçük düşürmüş olur ve üstelik de hiçbir şey kazanmam.boşa gidecek. Seçmeye da

İşte böyle düşünerektir ki aldatıcı düşüncelere; anlaşılmaz kanıtlar, ne benim ne de belki insan zekâsının çözemeyeceği güçlüklere kapılmaksızın, kanılarımda sarsılmamayı başardım. Kendi zekâma gelince, o kendisine sağlayabildiğim en sağlam bir durumda değişmeksizin kalarak öyle rahat etti ki, eski olsun yeni olsun hiçbir yabancı düşünce, ne onun ne de benim rahatımızı kaçırabildi. Kafamın düştüğü yorgunluk içinde, kanılarımla ilkelerimi dayadığım düşüncelerimi unuttum, ama aklımın ve bilincimin onaylamasıyla çıkardığım yargıları artık unutmayacak ve bundan böyle onlara bağlanacağım. Filozofların hepsi gelip saldırsınlar bana; zamanları, emekleri ha elverişli bulunduğum zaman ne seçtimse, her bakımdan seçtiğimle kalacağım.

(rêveries du promeneur Les solitaire) JEAN-JACQUES ROUSSEAU

8 Ocak 2009 Perşembe

insanca


“...Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi hiçbir şey engellemiyormuş gibi görünür; bizi ayıran küçücük bir köprü vardır, hepsi o kadar. Ama tam sen bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam: Bu köprüyü geçip bana gelir misin? İşte o anda artık bunu istemeyiverirsin; sorumu tekrarlarsam öylece suskun kalırsın. O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer; bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız. Ama o küçücük köprüyü düşündüğünde sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın...”

İnsanca, Pek İnsanca;Friedrich NIETZSCHE

4 Ocak 2009 Pazar

canımın sıkıntı sınırı



Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum.Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını.Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.
Nilgün MARMARA